Geçenlerde, yönetim kurulu üyesi olduğum Reklamcılık Vakfı'nın her yıl düzenlediği Reklam Yaz Okulu'nda reklamda Türkçe konulu bir ders verdim. Yaklaşık üç saat süren ders boyunca elliye yakın öğrenciyle, sadece reklamda Türkçe değil, Türkçe'yle ilgili pek çok konuyu ve sorunu da konuştuk, tartıştık.
Çok mutlu oldum. Her şeyden önce Yaz Okulu'nun gerçekleştirildiği Bahçeşehir Üniversitesi'nin Beşiktaş Yerleşkesi'ne hayran oldum. Orada daha önce nasıl bir yapı vardı hiç anımsamıyorum, ama yaratılan ortama şaşmamak olanaksız.
Ben yıllar önce, İstanbul'un en güzel tarihi yapılarından birindeki İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem reklamcılık dersi vermiştim. Bugün ister istemez iki ortamı karşılaştırdım. O yıllarda sadece fiziki ortamı nedeniyle değil, bende yarattığı toplam algı sonucunda, üniversitelere olan inancım sarsıldığı için, dekanın ve öğrencilerimin tüm ısrarlarına karşın dersi sürdürmeyi kabul etmemiştim. Bugün ise, içinde bulunduğum ortamda öğrenci olabilmek için neler vermezdim neler diye düşünmekten kendimi alamadım.
Yönetim Kurulu üyesi olmama karşın, Reklamcılık Vakfı'nı, Reklam Yaz Okulu'nun işleyişinde gösterdiği profesyonellik düzeyi ve başarısı nedeniyle yürekten kutluyorum. Özellikle de yıllardır eğitim projelerinin sorumluluğunu üstlenen Ferah Afacan'ı...
Derse katılan öğrencilerin tümü, özellikle benim çok duyarlı olduğum doğru ve iyi Türkçe konusunda şaşılacak kadar tutarlı ve düzeyli görüşler ortaya attılar. Reklamlarda kullanılan çarpık ve yoz Türkçe konusundaki tepkileri ve eleştirileri beni duygulandırdı. Kitle iletişim araçlarında kullanılan Türkçe'yi eleştirmek için adeta birbirleriyle yarıştılar. Yıllar önce üniversitelere karşı duyduğum inançsızlık yerini anlamlı bir sıcaklığa bırakmaya başladı.
Dersin sonunda, beni altmışlı yıllara götüren bir gelişme oldu. Duygulandım. Benim de ilk mezunlarından olduğum Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi son sınıfında okuyan Gülden adında bir öğrenciyle uzun uzun sohbet ettik. Benim mezun olduğum okulda okumaktan duyduğu mutluluğu belirtti, yüreğim kabardı. Aynı sınıfta okuduğum ve yakın zamana kadar aynı fakültede öğretim üyesi olan Korkmaz Alemdar'ın ve İrfan Erdoğan'ın kulaklarını çınlattık. Bu arada Gülden, Doçent Nuran Yıldız'dan söz açtı. Ondan söz ederken gözlerinin içi parlıyordu. Özellikle Türkçe konusundaki bilgi düzeyini, sorumluluk anlayışını ve titizliğini anlattı. Ben Nuran Yıldız'ı yeterince tanımıyor olmanın rahatsızlığını belli etmemeye çalışarak, bundan böyle hem Sabah Gazetesi'ndeki köşesini dikkatle izleyeceğimi, hem de kitaplarını okuyacağımı söyledim. Pek sevindi. Ben de...
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi 1965 yılında Unesco’nun desteğiyle Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne bağlı Basın Yayın Yüksek Okulu olarak sessiz sedasız kuruldu. İletişim alanında Türkiye’nin ilk okulu idi. O yıllarda TRT Haber Merkezi’nde çalışıyordum. Okulun öğrenci alacağı haberini, MHP’li olmasına karşın çok rahat konuşup tartışabildiğim Günal Sayın adındaki arkadaşımdan öğrendim. Kimseye söz etmeden kafa kafaya verip, okula girmek için merkezi sistem sınavına katıldık. İkimiz de kazandık.
Haberin TRT Haber Merkezi’nde duyulması inanılmaz bir tepki yarattı. Başta servis şefimiz Muammer Yaşar Bostancı olmak üzere arkadaşların çoğu, kendilerini haberdar etmediğimiz için bizi topa tutmuşlardı. Sonuçta konu Gazeteciler Cemiyeti’nin gündemine kadar taşındı. O zamanki başkan Beyhan Cenkçi’nin özel girişimleri sonucunda gazetecilere iki ya da üç yıl üstüste kullanılmak üzere yirmişer kişilik özel kontenjan tanındı. Bu kez, o sınava da girip kazandık ve Basın Yayın Yüksek Okulu’nun ilk öğrencileri olduk.
O ilk sınıfta kimler yoktu ki... Şemsi Kuseyri, Selahattin Sonat, Muammer Yaşar, Erdoğan Tokatlı, Ertuğrul Özkök, Korkmaz Alemdar, İrfan Erdoğan, Esin Talu, Atilla Oray, Mustafa Gerçeker, İbrahim Cüceoğlu, Gökhan Evliyaoğlu, Gökçen Solok, Bilgin Adalı, Mustafa Ekmekçi, Teoman Erel, Baki Şehirlioğlu, aklıma geliveren isimler. Merkezi sınav sistemiyle kayıt olan öğrencilerle aramızda önemli yaş farkları vardı, ama anlaşmamızı ve arkadaşlık etmemizi hiç engellemedi.
Pazartesi, Temmuz 17, 2006
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
5 yorum:
biz mehmet genç ile yada da çalıştık. mehmet genç bizi maya matbaası ve yurt yayıncılık a götürdü. çok iyi bir iş yaptı. özkan taner' i orada tanıdık. bu arada timuçin yekta bizi tanımış oldu. nede olsa yada nın anadolu sorumlusu olmuştuk. adını unuttuğum bir değerli arkadaş daha vardı orada. sizinle istanbul da bir görüşmemiz oldu. biz selim' le akabe matbaacılık için çalışıyorduk. 1984' den 2006' ya geldik. sizi tanıdık bir ortamda görmek bizi sevindirdi. anılarınızı okumak bize ayrı bir tad verecek. sevgilerimle. süleyman yüzübenli ,
Teşekkür ederim, Maya'da adını anımsamadığınız arkadaşımız, ben ayrılıp İstanbul'a yerleştikten sonra yerime geçen sevgili Erhan Tezgör olabilir mi?
erhan tezgör' ü de tanıdık. bir sonra ki yazınızda şemsi kuseyri demişsiniz. 12 mart ta ankara hukuk ta öldürülen bir kuseyri vardı. sizinle çalışan arkadaş par ajansta istanbul da matbaa işlerinden baskıdan sorumlu idi.
bu anıları fotoğrafla süslesek bence altan öymen' in deyimi ile delilli ve şahitli olurdu. çok güzel olurdu. ayrıca ankara ne güzelmiş deriz. nazım' ın bir fabrika fiyatına dediği akasyalar belki çıkar ortaya. sağol sayın tekgündüz.
Süleyman Bey,
Benim sözünü ettiğim Şemsi Kuseyri eski bir gazeteci. O dönemin gazetelerinde, yanlış anımsamıyorsam Yeni Sabah'ta çalışmış son dönemlerde de Hayat ve Ses dergilerinin Ankara temsilciğini yapmıştı
Fotoğraf fikrinize katılmamak mümkün deği. Ancak kaynak bulmakta zorlanıyorum. Lütfen yardımcı olun ve o dönemleri anlatan fotoğraflar bulursanız gönderin.
ben de reklam yaz okuluna bu yıl katılmayı düşünüyorum. umarım sizi görme şansını yakalayabiliriz.
Yorum Gönder