Çarşamba, Mart 07, 2018

Düşmandan bir at çaldım, binen yok!


Dile kolay, tam 50 yıl, başka bir deyişle yarım yüzyıl... 29 Nisan 1968... Ankara Atatürk Bulvarı, Büyük Sinema’nın da yer aldığı büyük binanın en üst katına çıkan, minare merdivenine benzer daracık bir merdiven. Hani iki kişinin ancak birbirine yol vererek ya da sürtünerek geçebileceği kadar dar... Merdivenin tam orta yerinde yaklaşık otuzlarında dört genç durmuş tartışıyor. Aslında ikisi tartışıyor da ötekiler tartışanlardan birinin söylediklerini başlarını sallayarak destekliyor.

Ya sen ne yaptığının farkında mısın arkadaş, biz kıçımızı yırtıyoruz güçler birleşsin diye, sen kalkmışsın asıl savaşımız CHP ile diye yazı yazıyorsun...

Ne yapmalıyım yâni, aslında siz güçleri birleştirmek için değil, sosyalist hareketi parçalamak için kıçınızı yırtıyorsunuz.. CHP ile el ele vermiş, yok ortanın solu, yok millî demokratik devrim diye TİP’in önünü kesmeye çalışıyorsunuz, aklınız sıra bir de solcu geçiniyorsunuz”

Bırak bu palavraları, bizim Hüseyin Abi’yle anlaşmamız var. Bundan sonra öyle saçma sapan şeyler yazamazsınız bu dergide...”

Tartışma sertleşirken bir yandan da Zafer Meydanı’nda başlamak üzere olan MDD (Millî Demokratik Devrim) mitinginden sesler sızıyor merdiven boşluğuna. Birbirimiz iteklemeye çalışıyoruz daracık merdivende. Yaka paça birbirimize girmek üzereyken güçlükle onlardan sıyrılıp, yumruklarım sıkılı merdiveni tırmanmaya devam ediyorum ve “Siz zor yazarsınız bundan sonra Forum’da!..” diye bağırıyorum. Merdivenin tepesindeki ufacık mekân, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in bir süre önce Aydın Yalçın grubundan devir aldığı Forum Dergisi’nin bürosu.

Korkmazgil, abi kardeş gibi yakın dostum; Akis Dergisi’nde iki yıl birlikte çalıştık. Özümde var olduğuna inandığım toplumcu görüşler onun onun etkisiyle güçlendi ve biçimlendi, çok duyarlı olduğum Türkçenin inceliklerine ve derinliklerine onu örnek alarak ulaşabildim, şiirin tadına ve gücüne onunla vardım. Merdivenleri tırmanırken bunlar geçiyor kafamdan ve Hüseyin böylesine bağnaz ve bölücü bir hareketi nasıl destekler diye düşünüyorum. Aynı konuyu daha önce de konuşmuştuk da, “Ulan domuz (o sevdiği kişilere böyle takılırdı) buranın Forum olduğunun unuttun galiba” diye yanıtlamıştı beni. Ben de Forum’da yazıyordum. TRT haber merkezinde çalıştığım için açık adım yerine ‘İsmail Şahin’ takma adını kullanıyordum. Forum’un ‘Lale Devri’ başlıklı küçük taşlamalar sayfasına meclisten notlar taşıyor, arada bir de siyasal görüşlerimi yansıtan yazılar yazıyordum. Kısa bir süre önce yazdığım yazı da ‘Savaşımız Kimlerle’ başlığını taşıyor, CHP’yi ve ortanın solu hareketini hedef alıyordu.

Türkiye İşçi Partisi’nin1965 seçimlerinde beklenmedik bir başarı sonucu Meclis’e 15 milletvekili sokması tutucu ve sağ kesimleri panikletmiş, giderek güçleneceği korkusuyla TİP’in önünü kesecek önlemler almaya girişmişlerdi. CHP’de İnönü’nün başlatıp  Bülent Ecevit’in sahiplendiği ortanın solu hareketi de bu önlemler arasındaydı. Bu arada bir biri peşine türeyen/türetilen sol fraksiyonlara bir de Millî Demokratik Devrim MDD hareketi eklenmişti. Mihri Belli’nin başlattığı hareket kabaca, antiemperyalist ve antifeodal savaşı kazanıp demokrasiyi yerleştirmeden sosyalizm mücadelesinin boşuna olduğunu ve ters tepeceğini savunuyor, TİP’e doğrudan cephe alıyordu. Bu iddiaya rağmen MDD hareketinin asker sivil bürokratla yeni yeni filizlenmeye başlayan yerli burjuvazi ittifakını tatmin etmek; gizli amacının ise devletten de destek görerek sol hareketi baltalamak olduğuanlaşılıyordu. Bugün, aradan yarım yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ demokrasiyi beklerken, MDD’nin üzüm yemek yerine bağcı dövmekten başka niyeti olmadığını iyice anlıyorum. O gün merdiven boşluğunda dalaştığım üç kişi de MDD’nin gençlik kesimini temsil eden, hattâ bayraktarlığını yapan Doğu Perinçek, Erdoğan Güçbilmez ve Şahin Alpay’dı. Özellikle Doğu Perinçek’in bugün geldiği yeri düşündükçe gösterdiğim tepkinin ne denli yerinde ve isabetli olduğunu iyice anlıyorum.

O gün Forum’un o minicik bürosunda Hasan Hüseyin’le tartışmamız bir hayli ateşli geçti. Ben onun, bir TİP’li sosyalist, hattâ yıllarını demir parmaklıklar arasında geçirmiş bir komünist olarak bu karşı devrimcilere derginin sayfalarını nasıl açtığını soruyor, bu durumun parti içinde de eleştirildiğini ve üzüntüyle karşılandığını anlatıyordum. O ise biraz küskün ve kırgın bir tavırla, partinin ve partililerin dergiye gereken ilgiyi göstermediğinden yakınıyor ve

Ben düşmandan bir at çalıp getirdim, binen yok... Hodri meydan, buyursunlar... öyle Meclis’te nutuk atmakla olmuyor, işte at işte meydan... Aha ben Ankara’nın göbeğinde forum açtım, semtime uğrayan mı gelip de hâlin nedir diyen mi var? Bu dergi ne pahasına çıkıyor soran mı var?..” diyor, Kulüp sigarasının birini söndürüp birini yakıyordu. O günkü tartışmamız, Zafer Meydanı’ndaki MDD mitinginin pencereden dolan sesleri ve şamataları arasında geç saatlere kadar sürdü. Ben, serzenişlerinde haklı olduğunu, MDD’cileri uzaklaştırdığı takdirde partililerden, yazı da dahil önemli destek sağlayacağımıza söz vererek ayrıldım. Arkamdan, “Ulan domuz gene beni tava getirdin...” diye sesleniyordu.

Büyük bir sorumluluk yüklenmiştim. Birkaç gün içinde partinin genç kesiminden önemli bir grubu bir araya getirmeyi başardım. Kimler yoktu ki, Osman Sakalsız, Yalçın Cerit, Asuman Erdost, Abdullah Nefes, Nihat Asyalı, Necdet Bulut, Mehmet Sönmez, Ersin Salman, Sinan Cemgil aklımda kalanlar. Önce bizim evde, sonra bir kez de Nihat Asyalı’nın evinde toplandık. Parti yönetimindeki dostlardan da sağlayacağımız destekle Hüseyin’in yanında yer almaya karar verdik. Bu arada Hüseyin’den, Perinçek ve grubuna yol verdiğini öğrenmiştim. Derginin 15 Mayıs sayısının çıktığı gün topluca Forum bürosundaydık. Bizi kalabalık görünce önce şaşırdı, sonra yüzünde güller açmaya başladı. Öylesine duyguluydu ki, nemlenen gözlerini silerken Kulüp sigarasının dumanını bahane ediyordu. Enine boyuna konuşup dertleştik, sonra abonelere gidecek dergilerin pullarını birlikte yapıştırıp postaneye birlikte taşıdık. Hüseyin o sayıda “Arada Bir” başlığıyla bir yazı yazmış ve bu girişim

doğrultusunda beklediği desteği şöyle dile getirmişti.

Yayın organı mı istiyordunuz? Buyrun işte yayın organı! Toplumcu musunuz, edilecek sözünüz mü var? Buyrun işte yayın organı!. İşbirliği, dayanışma, eylem gücünüzü, yeteneğinizi mi ölçmek, sınamak istiyorsunuz? Buyrun işte meydan. Bundan ötesi gargaradır, sayıklamadır.”

Bu hareketin devamında, Forum yaşadığı sürece Hüseyin’e desteğimizi eksik etmedik. Hele Ersin Salman’la bir iki gün bizim evde kamp kurarak kılı kırk yararcasına yazdığımız “Güler Yüzlü Sosyalizm” yazısı o dönemde Mehmet Ali Aybar’ın görüşlerinin parti üzerindeki ağırlığını anlatmaya yetiyordu.

Yıllar sonra Doğu Perinçek, bir yayın organına verdiği söyleşide şunları söylüyordu “...Ancak Erdoğan Güçbilmez, Şahin Alpay ve benim Forum’daki yazılarımız dolayısıyla TİP yöneticileri Hüseyin Korkmazgil üzerinde baskı yapmaya başladılar. Bunun sonucunda Korkmazgil, Forum’u çıkarmak için bizlerin dışında bir çevre yaratma faaliyetine girişti

Perinçek, önce sosyalist dergi ‘Aydınlık’tan, sonra da ‘Forum’dan tekmeyi yiyip uzaklaştırılınca çaresiz kalmış, bir süre sonra ‘Proleter Devrimci Aydınlık’ dergisini çıkartmıştı. Bugünkü faşizmin savunucusu ‘Aydınlık Gazetesi’nin çekirdeği o dergidir...