Pazartesi, Ocak 21, 2008

Buruşuk diploma

Kolay atlatılan şok...

Akşamdan kalanların midelerindeki kazıntıyı azdıran yoğun sirke, sarmısak ve keskin işkembe kokusunun dalga dalga dolaştığı Rumeli İşkembecisi’nin duvarındaki radyodan gelen ve sabah haberlerinin başlayacağını duyuran bip sesleri, çatal bıçak ve kaşık seslerini bastırmakla kalmıyor, beynimde bilmem kaç şiddetinde bir bomba gibi patlıyor. Ve anında müthiş bir anafora düşüyorum... O birkaç saniyelik anafor, sadece beni değil, işkembe salonunu, bulunduğu binayı, Mithat Paşa Caddesi’ni, Kızılay’ı, Ankara’yı, Türkiye’yi, bildiğim ve bilmediğim her şeyi bir anda kıvrımlarının içine alıyor. Sendeliyorum, sırtımdan buz gibi terler iniyor. Masadakilerin “ne oldu?”, “neyin var?”, “bembeyaz kesildi!..”, “fenalık geçiriyor!..”, “nabzına bak nabzına!..” sesleri çınlıyor kulaklarımda.

Saat sabahın 7.30’u... TRT Haber Merkezi’nin, Mithatpaşa Caddesi’ndeki binasının altındaki İşkembecideyiz... TRT’nin sabah haber bültenleri, her gün nöbetçi bir ekip tarafından hazırlanıyor ve ekip daha sonra günlük çalışmaya devam ediyor. Ben de o sabahki ekiple birlikteyim ve bültenin yayın sorumlusuyum.

Şok kısa sürüyor ve kendime geliyorum, bilincim ve algım açılıyor. Elimin yüzümde olduğunu fark ediyorum. Dikkatle tıraşımı yokluyorum ve her şeyin yerinde olduğunu fark ediyorum. Yardıma koşan garsonlar limon kolonyası ve ıslak peçete getiriyorlar. Masadaki panik kısa sürede sona eriyor. Kendime geliyorum ama filmi koparacak kadar içkili olmamı ve böyle bir durumda TRT haber bülteninin sorumluluğunu üstlenmemi anlamam mümkün değil.

Hâlâ sırtımdan süzülen buz gibi tere aldırmadan gözlerim duvardaki radyoya çakılmış pür dikkat haberleri dinliyorum. Masada kimsenin sesi çıkmıyor; onlar da, paniğimin nedenini bilmedikleri halde benimle aynı dikkatle haberleri dinliyorlar. Spiker, virgülünü kaçırmadan dinlediğim ve herhangi bir yanlışla karşılaşmadığım haberlerin bittiğini bildirince derin nefes alıyorum ve önümdeki soğumaya yüz tutmuş tuzlamayı kaşıklamaya başlıyorum.

Bir gün önce...

Günlerden Pazar... Dikimevi’nde sekiz katlı bir apartmanın sekizinci katındayız. Balkonda mangal, bardaklarda buzlu rakılar, içerde zengin mi zengin bir masa... Hava henüz kararmamış ama, damarlarımızda dolaşan rakı uzun sürecek bir gecenin işaretlerini vermeye başlamış bile... Aklım hep ertesi günün pazartesi olmasında. Üstelik bir de sabah nöbeti var. Beşte kalkıp banyo yapıp, traş olup, adam gibi giyinip saat altıda iş yerinde olmam gerekiyor... Özellikle de tıraş olmak gözümde büyüdükçe büyüyor ve bu duygu biraz keyfimi kaçırıp beni durgunlaştırıyor, ama rakının dozu arttıkça doğal performansıma ulaşıyorum.

Aile dostumuz Doktor Naci Özokur’un, o günün deyimiyle, dahiliye mütehassısı olmasını kutluyoruz. Şimdiki durumu nedir bilmiyorum ama, altmışların en önemli sağlık kurumlarından olan Ankara Hastanesi, özellikle uzman hekim yetiştirmekle ünlü. Karım da aynı hastanede hemşire olarak çalışıyor. Naci’nin ihtisası çok zorlu geçiyor. Hem çalışma saatleri ve koşulları ağır, hem de hoca durumundaki ünlü profesörlerin ihtisas yapanlara karşı ölçüsüz, acımasız, saygısız, zaman zaman hakaret ve küfür içeren despot davranışları katlanılabilir gibi değil. Naci birkaç kez ihtisası yarım bırakmak istiyor, bizim ve çevresinin zorlamalarıyla vazgeçiyor.

“Vallahi dayanamıyorum, bir gün onuruma yediremeyip birinin kafasına bir şey geçirmekten korkuyorum. Bugün ameliyathanede Profesör .... dizime tekme attı, düşünebiliyor musun?” diyor.

Zaman içinde Naci’nin yakınmalarına alışıyor ve işi gırgıra almaya başlıyoruz. Her rakı sofrasında kafalar biraz dumanlanınca,

“Var mısın ulan Şahin, şu ihtisas bitsin, öyle bi içelim, öyle bi içelim ki, anasını satayım, canına yandığımın diplomasını yere atıp üstünde yuvarlanalım” diyor. Sonra da elini kulağına atıp hafız babasından geçme yeteneği ve yanık sesiyle, ya bir şarkı, ya da bir uzun hava tutturuyor... Makber ise hiç eksik olmuyor repertuarından...


Diploma dediğin ne ki?..

Evlerimiz karşı karşıya olduğu için özellikle hafta sonlarında sık sık birlikte oluyoruz. Nuran Yenge'nin enfes yemekleri, Tuna ile Tules’in şirinlikleri... Tümay, (hani şu ünlü Tümay Özokur Kast Ajansı’nın kurucusu ve sahibi) o yıllarda henüz doğmamış... Doğrusu keyfimize diyecek yok. O gece de öylesine keyifli bir havada devam ediyor. Sanki Tuna ile Tules büyük de biz onlar yerine çocuğuz... Rakı bardakları boşaldıkça gece ilginç bir törenin hazırlığına dönüşüyor. Hepimizin gözü vitrinli dolabın üzerinde kurbanlık koyun gibi bekleyen rulo halindeki kırmızı kurdeleli diplomada. Saat on ikiye doğru ortadaki masa yana çekiliyor ve diplomaya yer açılıyor. Nuran Yenge’nin tüm karşı koymalarına rağmen, Naci diplomayı bir güzel açıyor ve kıvrıklığını gidererek halının üzerine yatırıyor. Biraz sonra da Naci’yle birlikte üzerinde yuvarlanmaya başlıyoruz. Tabii çocuklar da bizi taklitten geri kalmıyorlar. Altımızda kırış kırış olan diplomayı son bir gayretle Nuran yenge kurtarıyor elimizden...

Gece nasıl bitiyor, eve ne zaman ve nasıl dönüyoruz, geceyarısı o kafayla nasıl tıraş oluyorum ve sabah beş buçukta TRT’nin Taunus otomobili kapıya dayandığında nasıl giyinip kuşanmış şekilde içine kuruluyorum ve o sabahki bülteni nasıl hazırlıyoruz ve ben yayımlanabilir imzasını nasıl ve hangi cesaretle atıyorum?.. Bunların hepsi kopan filmin karelerinde kaybolup gidiyor. Ta ki, o sabah Rumeli İşkembecisi’ndeki radyonun bip bipleri çalıncaya kadar... O gün sabah nöbetinde benimle birlikte olan arkadaşlarımı sıkıyönetim savcısı gibi sorguluyorum. TRT’ye ne durumda geldiğimi, bülteni hazırlarken neler söylediğimi, nasıl davrandığımı, içkili görünüp görünmediğimi ve daha neleri neleri... İlginçtir, sadece biraz rakı kokmanın ötesinde en küçük bir açık vermediğimi öğreniyorum. Günlerce belleğimi zorluyorum ve diploma üzerinde yuvarlanma ile bip bip sesleri arasındaki yaşam dilimimden en küçük bir ize ulaşamıyorum.

Aradan yıllar yıllar geçiyor. Naci ailesiyle birlikte Bursa’ya, daha sonra da Gemlik’e yerleşiyor ve Sümerbank’ın Sun’i İpek Fabrikası’nın hekimi oluyor. Seksenli yıllarda bir gün Kumla’da tatil yaparken fabrikada ziyaretine gidiyorum. Duvardaki çerçevelenmiş ihtisas diplomasını gösteriyor. Sonradan epeyce ütülenmiş bir kartona özenle yapıştırılmış, kartonla cam arasına sıkıştırılmış, ama hâlâ kırış kırış... “Hey gidi günler hey!..” deyip gülüşüyoruz ama bir yumruğun boğazımı tıkamasını önleyemiyorum.

8 yorum:

Adsız dedi ki...

Şahin Bey,

Elektronik postanızı aradım bulamadım.Size nasıl ulaşabilirim?

Sevgilerimle.

dadal günçe

Görkem Turgut ÖZER dedi ki...

Keyifle okudum yine abi.

Teşekkürler.

S,

Şahin Tekgündüz dedi ki...

Sevgili Dadal, e-posta adreslerimi geçen hafta senin e-posta adresine yolladım. Umarım ulaşmıştır.

Sevgili Görkem, ilgin ve övgün için sonsuz teşekkürler.

dadagu dedi ki...

dadagu@yahoo.com
dadalbey@yahoo.com

ikisi de olabilir, ama gelmedi sizin iletiniz :(

Barkin Kartal dedi ki...

Canımdan çok sevdiğim dedemin, bir başkasının güzel anlatımıyla bir anısını dinlemek beni çok duygulandırdı. Birde resmini görünce başladım ağlamaya. Bir süredir onlardan uzaktayım. Çok teşekkür ederim çok güzel bir yazı.

Tuna'nın oğlu
Barkin Kartal

Evrim Yarşi dedi ki...

Kaleme alışınız , benzetmeleriniz ve içten anlatımınız okurken masal diyarı misali etkiliyor ınsanı...

oyg dedi ki...

sayın şahin tekgündüz,
zeynep isimli bir izleyiciniz-okurunuzdan bana şu iki not ulaştı:
merhaba,
mahzen niğde lisesi blogspot internet günlüğü yazınızı sonunda bana telefon numarası yazmışsınız ama ben bi gaflete düşüp o an yanımda kağıt kalem olmayışından yazamadım daha sonra girdiğimde baktımki siteye erişilemiyor çok üzüldüm benim telefon numaram 0538 6774621
email adresim:guzel_tur-ku@hotmail.com
saygı ve sevgilerimle
yılmaz beyri kızı zeynep beyri
From o zaman sinanlar vardı, 2008/10/28 at 9:50 AM
2008/am/9 Onayla | İstenmeyen yorum | Sil
zeynep
guzel_tur-ku@hotmail.com | 213.43.117.179
merhaba,
blogspot un kapatılmasına çok üzüldüm.Anılarınızı zevkle okuyorduk.O yıllara yetişemeesekte sizin yorumunuz ve anlatışınızla adeta o yıllarda yaşamış gibi oluyoruz.
saygı ve sevgilerimle
yılmaz beyri kızı zeynep beyri
From o zaman sinanlar vardı, 2008/10/28 at 9:45 AM

Adsız dedi ki...

http://lumerkoz.edu Cool site goodluck :) http://soundcloud.com/furosemide arundo attacked http://www.lovespeaks.org/profiles/blogs/buy-zyrtec strays badruzzaman http://soundcloud.com/zetia aboutus http://malgorz.com/members/Buy-Imitrex.aspx dolphin envision http://rc8forum.com/members/Buy-Ezetimibe.aspx inhabitants