Cumartesi, Ekim 28, 2006

İçim kan ağlıyor, bu gidişle hiç ünlümüz kalmayacak...

Eskiden marka mı vardı? Ülkeler, uluslar, toplumlar markalarıyla mı tanınırdı, adlarını tarihe markalarıyla mı yazdırırlardı? Aristolar, Eflatunlar, Arşimetler, Nevtonlar, sofoklesler birer marka mıydı? Daha yakınlara gelelim. Konfiçyus, İskender, Alpaslan, İbni Sina, Mevlana, Yunus Emre, Yıldırım Bayezit, Fatih Sultan Mehmet, de Gaulle, Churchill, Nedim, Nasreddin Hoca, Gandhi, Bertrand Russel, Kennedy, Karl Marks, Lenin birer marka mıydı? Doğrusu şimdi bakıyorum da, vahşi kapitalizmi yaşayamamış eski toplumların yaşamlarını markasız ve tatsız tussuz geçirmiş olduklarını görünce üzülüyorum, içim sızlıyor. İşin acınacak yanı ise, saydığım ve sayamadığım pek çok ünlünün o yıllarda birer marka olduğunu anlayamadan göçüp gitmeleri. Yazık olmuş, zavallılar marka olduklarını kavrayamadan, kavrasalar bile kanıtlamaya fırsat bulamadan ünlü olarak kalıvermişler tarihin derinliklerinde. Oysa kendilerine bir marka değeri biçip de o dönemin yetkelerine adlarını kaydettirip köşeleri dönselerdi ya. Gerçekten yazık olmuş yazık... Dünya tarihinin zavallı ünlüleri...


Ne mutlu ki bugünün ünlüleri(!) tarihten büyük bir ders çıkarıp bu bağışlanamaz yanlıştan kendilerini bir güzel kurtarmışlar ve değerli birer marka olarak pazardaki tartışılmaz yerlerini alıvermişler. Onları kutlamamak ve alkışlamamak ne mümkün. Kimler mi diyorsunuz? Aklıma gelenleri şöyle sayıvereyim: Başta büyük sanatçı Hülya Avşar, peşinden gelenler İbrahim Tatlıses, Sezen Aksu, Gülben Ergen, Mehmet Ali Erbil, Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Türkan Şoray, Okan Bayülgen, Banu Alkan, Ferdi Tayfur, Kadir İnanır, Seda Sayan, Kibariye, Necati Şaşmaz, Bülent Ersoy, Fatih Ürek... Adını anımsayamadığım binlerce değerli markamızdan peşin peşin özür diliyorum.

Canım binlerce olur mu diyor gibisiniz... Niçin olmasın, kimi marka uzmanlarımıza göre küçük olanları, bölgesel olanları, kategorik olanları, niş olanları, nihai tüketiciyle alış verişi olmayanları ve daha pek çok çeşitleri vardır. Ama onların, özellikle de yerel olanlarının küçüklükleri ve zavallılıkları kafanızdaki marka algısını tatmin etmekten uzaksa, onları da haddini aşmakla, yetersizlikle ve cahillikle işin dışına atarsınız olur biter. Peki de, Sezen Aksu’yu marka olarak gösteren ölçütler daha küçük ölçeklerde de olsa o garibanlar için de söz konusu değil mi? Örneğin Pazar, arz, talep, rekabet, ticari değer, farklılaşma vb.


Her neyse, bu tartışma biteceğe benzemez de ben neden durduk yerde yeniden burnumu soktum? Sayın Ali Saydam’ın geçen hafta Akşam Gazetesi’nde “521 YTL'yi veren herkes marka olamaz!” başlıklı bir yazısı çıktı. Tam da benim düşüncelerimle çakışan şeyler söylüyordu. Kanıma giren Ali Saydam’dır. Saydam'ın geçen hafta Akşam Gazetesi'nde yayımlanan yazısını olduğu gibi aktarıyorum:
521 YTL'yi veren herkes marka olamaz!


Yine şöhretle marka birbirine girmiş. Yine iki dilekçe verip, 'Ben markayım!' diyen herkesin marka olduğu algısını yaratmaya, başta gençler olmak üzere insanları ve iş dünyasını yanıltmaya yönelik habercilik... Dün büyük gazetelerimizden en azından üçünde iç içe verilmiş iki haber vardı. Biri bizdeki bireysel marka (!) durumu ile ilgili. Başlık şöyleydi: '521 YTL veren herkes marka olabilir!..' Diğeri, dünyadan çekip gittikten sonra hala isimleri üzerinden para kazanılan dünyaca ünlü starlarla ilgiliydi.

Gazete haberine göre marka tescili almış olanlar kimmiş? Hülya Avşar, Gülben Ergen, İbrahim Tatlıses, Özcan Deniz, Mahsun Kırmızıgül, Yılmaz Erdoğan, Kenan Doğulu, Cem Yılmaz, Mustafa Sandal... Şimdi bunlar marka ise ben de tramvayım... Aralarında Sezen Aksu yok. Marka olmaya en yakın namzet o da onun için herhalde...

Marka, kapitalizmin en sofistike, en karmaşık ürünüdür... Soyut bir değer yaratıp onu ticarete, paraya tahvil etme meselesidir. Yani ikinci haberdeki, öldükten sonra bile tedavülde kalmaya devam eden Elvis Presley, Marilyn Monroe, Kurt Cobain, John Lennon, Albert Einstein gibi markalarla kapitalist sistemin yapmayı başardığı ciddi bir 'iş' süreci...

'Türkiye'de şöhret var, marka yok!' diye iddia ederken, karşı çıktığım tam da bu başlıkların arkasında gizlenmiş olan ucuzcu anlayıştı. Düşünün bir kere. Yukarıda bizim isimlerden sizce hangisi -Allah gecinden versin- vefatından sonra da bir marka olarak kapitalist sistem içinde bir değer ifade edecektir?.. Şimdi sorun kendinize, iki dilekçe verip, 521 YTL harç yatırdın mı, marka olur musun?.. Ya da 'Ben markayım!' deyince...

İşin traji-komik yanı, sadece gazetelerimizin öyle yazmaması... Şöhretlerimizin de bu saçmalığa inanmaları... İnanınca gerçekten marka olmak için gerekli olan o karmaşık, yönetsel araçlara, kadrolara ihtiyaç duyulan ve strateji, yatırım gerektiren yolu akıllarından bile geçirmiyorlar. Onun için de bu ucuzculukla ne Türkiye markası gelişiyor, ne de Türkiye'den çıkma şansı olan marka adayları...

Haberdeki en komik öğe ise Türk Patent Enstitüsü Başkanı Yusuf Balcı'nın açıklaması. Balcı, Türkiye'nin bu yıl 70 bin başvuruyla Avrupa'nın ilk üçü arasında yer alacağını söylemiş. Sonra da eklemiş: 'Gelecek yıl Avrupa birincisi olmayı hedefliyoruz!' Sayın Başkana göre Avrupa'nın en çok marka çıkaran ülkesi olmamız an meselesi... Şaka gibi... Türkiye'nin uluslararası güçte markalarının bulunmadığı hususunda tüm uzmanların birleştiği bir dönemde bu haberlere gülmek mi, ağlamak mı lazım, bilemedim...

Bu arada, başlığa da taşıdığım gibi bir üzüntümü ve bir endişemi de dile getirmek istiyorum. Sahi gerçekten bizim bundan böyle hiç ünlümüz olmayacak mı? Her ünlenen birer marka olduğuna ve olacağına göre biz ulus olarak ünlüsüz mü kalacağız. Yani artık “Ünlü Türk Büyükleri” diye kitaplar, ansiklopediler yayımlayamayacak mıyız. Yazık yazık... Şu her geçen gün sayıları artan ünlü markalarımız biraz uluslararasına çıksalar da hiç olmazsa onlarla avunsak.

3 yorum:

A. Selim Tuncer dedi ki...

Gördüğün gibi hiç tahriklere kapılmadım. Ayrıca 521 YTL konusunda Ali Saydam da, sen de haklısınız. O parayı ödemeyi bazıları için bir niyet izharı olarak görebiliriz belki... Hani, şekil şartlarındandır.

Oya Kayacan dedi ki...

Benim, "markası kendinden menkul," tabir ettiklerim; gül gül öldürür bunlar insanı.

Rabia SERTÇE dedi ki...

Haberi okumak ve hayrete düşmemek elde değil biraz güldüren bir haber aslında ama ağlanacak halimize (?). Anlamadım gitti, bu insanlar markanın ne demek olduğunu neden anlamak istemiyorlar. Yani marka olmak Türk Patent Enstitüsü tarafından kenarı kırmızı kurdaleli bir belge almakmıdır sadece. Ne ala; Bastır parayı, al markayı(!). Bu alanda hizmet veren insanlar heryerde seminerler düzenlemek için canla başla çalışırken, marka yaratmak ve marka olmak stratejilerini insanlara benimsetmek için kendilerini parçalarken, bizim ünlülerimiz sağolsunlar, paparazilerde, orda burda, birbirleri ile dalaşıp etrafa taş atmaktan hiçbirşeyi öğrendikleri yok maşallah. Ama sorun bu değil aslında. Varsın onlar marka müracaatı yapsınlar, belgelerini bir güzel alsınlar. Peki neden biz millet olarak bu insanlara bir tepki ver(e)miyoruz. Onları neden çok önemli insanlar gibi hissetmelerini sağlayacak davranışlarda bulunuyoruz. Ajdarı bile televizyonlara çıkarıp, alkışlayan bizim ellerimiz değil mi?.