Pazartesi, Ocak 01, 2007

Bir ajans kurmak...

Son görev kutsaldır



3 Mayıs 1985... Sevgili Betûl Mardin’le birlikte bir hafta süren hummalı bir çalışmadan sonra, isim babası olduğum Vestel’in, Manisa’daki, bugün bir deve dönüşen fabrikası anlı şanlı bir törenle dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından açılıyor ve ben Merkez Ajans’taki son görevimi tamamlamanın huzuru içinde, ertesi günkü feribotla İstanbul’a dönüyorum.

İşsizim ve birikmiş yıllık izinlerimi kullanıyorum. Kurucu ortağı olduğum Merkez Ajans’tan ayrılma nedenim, ortaklık yapısında yapılmak istenen değişiklik. (Bu gelişmeyi ilerde yazmayı düşünüyorum) İşten ayrıldığımı, Ajans dışında ailem ve Ersin Salman’dan başka kimse bilmiyor. Ersin’e de, daha sonra, benim niçin haberim olmadı, siteminde bulunmasın diye bilgi veriyorum. Ersin, kendinden beklenen büyük bir incelikle, Ajans Ada’da yerimin hazır olduğunu söylüyor ve yurtdışına yapacağı iş gezisine birlikte çıkmamızı öneriyor. Bu iki öneriyi de nezaket daveti saydığım için teşekkürle karşılıyorum.

Ne zaman kuruyorsun?

Yıllardır yaşamadığım hoş bir avareliğin tadını çıkarıyorum. Merkez Ajans’tan ayrıldığım haberi hızla yayılıyor ve peş peşe teklifler geliyor. Kimi dostlarım da “ne zaman kuruyorsun?” diye soruyorlar. Ajansından ayrılanın kendi ajansını kurma alışkanlığı o yıllarda yeni başlamış durumda. Ajans kurma fikri aklımın köşesinden bile geçmiyor. Ne yapacağıma karar vermekte zorlanıyorum. Yirmi beş yıl yaşadığım Ankara’dan işimi gücümü bırakıp dört yıl önce ailece İstanbul’a yerleşmişiz. Onca zamana karşın, İstanbul’da hâlâ Ankaralı gibi yaşıyorum. İşsiz kalmamsa, kendimi sudan çıkmış balık gibi hissetmeme neden oluyor.

Merkez Ajans’tan ayrılmamı gerektiren durumun bir benzeriyle karşılaşma korkusu, iş önerilerine soğuk bakmama neden oluyor. Orta boy bir ajansın ortaklığı ve yönetim kurulu başkanlığı, bir büyük ajansın genel müdürlük, dost birkaç ajansın ise ortaklık önerileri önümdeki seçenekler arasında. Görüşmelere gidiyorum ama, ücret söz konusu olduğunda, reddedilmek için, kabul edilmesi mümkün olmayan paralardan söz ediyorum. Ajans kurma fikrine ısınmam olanaksız. Başaramayacağım ve ele güne rezil olacağım korkusu tüylerimi ürpertiyor.

Ajans kurmak kimin harcı?

Ayrıca o dönemde reklam ajansı kurabilmek kolay değil. Alaeddinin Lambası gibi bir internet, Güzel Sanatlar Akademisi gibi bir bilgisayar altyapısı, asıl mesleği şair, öykü yazarı, ziraat mühendisi ya da eczacı olmayan profesyonel reklamcılar, yıllarca pazarlama ve reklam eğitimi görmüşçesine bilgili ve doğru karar verebilen reklamverenler ve yozlaşan etik ve ticari anlayışı dışında olağanüstü teknolojiyle donatılmış zengin bir medya, hayallerimizin bile çok ötesinde. Reklamcılıkta başarılı olabilmek, sadece kişisel sezgiler, duyarlılıklar ve becerilerle mümkün. Böyle bir dönemde reklam ajansı kurmak kolay mı?

İki kocaman ay avarelikle geçiyor. Temmuzun başlarında eve gelen bir telefon, hayatımın akışını belirleyen gelişmelerin başlangıcı oluyor. Akşam eve döndüğümde kızım Elif, Mehmet Reşat adında birinin beni aradığını ve telefon numarası bıraktığını söylüyor. Arayan Mehmet Reşat Karamehmet, Mehmet Emin Karamehmet’in kuzeni ve Uluslararası Endüstri ve Ticaret Bankası’nın genel müdür yardımcısı.

Uluslararası’nın Genel Müdürü Erol Aksoy altı ay kadar önce Denizli’de yerel bir banka olan İktisat Bankası’nı satın alıp İstanbul’a getirmiş ve banker krizinde kapanan Hisarbank’ın Zincirlikuyu’daki binasında faaliyete geçirmiş. İşin ilginç yanı, bina Hisarbank’ın kapanmasıyla, Uluslararası’nın sahibi olan Çukurova Grubu’na geçmiş. Aksoy, söylentileri yıllarca süren bir operasyonla hem bu binayı ele geçirmiş, hem de Uluslararası’nın seçkin elemanlarından yaklaşık 200 kişiyi İktisat Bankası’na aktarmış. Uluslararası’nın başına da, yanlış anımsamıyorsam, aynı gruba ait Yapı Kredi Bankası’nın Yönetim Kurulu Üyesi Vural Akışık getirilmiş.

Amerika'dan gelen teklif

Akışık o dönemde sık sık Merkez Ajans’a ziyaretimize geliyor ve Pamukbank’ın müşterimiz olmasına karşın, Uluslararası’na da hizmet vermemizi istiyor. Biz bunun mümkün olamayacağını anlatıyoruz ama sonuçta ısrarına dayanamayıp, bir toplantıda Pamukbank’ın Genel Müdürü İbrahim Betil ve yardımcısı Akın Öngör’e Vural Akışık’ın bu önerisinden söz ediyoruz. Bir anda hava elektrikleniyor ve Betil’le Öngör büyük bir tepkiyle, Akışık’ın bunu nasıl teklif edebildiğini ve bizim de bunu nasıl olup da onlara iletebildiğimizi soruyorlar. Sonuçta durum açıklanıyor ve bizim de Akışık’a bunun mümkün olamayacağını anlattığımızı söylüyoruz ve konu kapanıyor. Akışık’ın bu isteğini ve hizmet aldığı Ajans Ada’dan ayrılmak üzere olduğunu bildiğim için, Mehmet Reşat Karamehmet’in bana bir teklifte bulunacağını düşünüyorum.

O gece gözüme uyku girmiyor. Ertesi gün öğleye doğru Mehmet Reşat Karamehmet’i arıyorum. Kısa bir sohbetten sora ağzındaki baklayı çıkarıyor. Merkez Ajans’tan ayrılış nedenimi ve şimdi ne yapmak istediğimi soruyor. Daha sonra da, Vural Akışık’ın kendisini Amerika’dan aradığını ve benim Merkez Ajans’tan ayrıldığımı ögrendiğini, perşembe günü İstanbul’da olacağını ve mümkünse saat 17.30’da benimle görüşmek istediğini söylüyor. Benim ayrılmam haberini Amerika’da öğrenmiş olmasını bir türlü anlayamıyorum. Ve perşembe günü söz konusu saatte Banka’da olacağımı söylüyorum.

Ben enayi miyim?

O gün Vural Akışık’la aramızda ilginç bir görüşme geçiyor. Ayrılış nedenim konusunda bir kez daha kibarca sorgulanıyorum. Sonra Akışık ne yapmayı düşündüğümü soruyor. Birtakım teklifler aldığımı, fakat hiçbir fikrim olmadığını ve herhangi bir karar veremediğimi söylüyorum. Fazla beklemeden malum soru karşıma çıkıyor. Akışık,

“Niçin kendi ajansını kurmuyorsun?” diyor. Bana bir öneride bulunacağından eminim ama böylesine net olacağını beklemiyorum. Domuzluğum tutuyor, ajans kurmanın ve özellikle de müşteri edinmenin kolay olmadığını anlatmaya çalışıyorum. O, net ve kararlı bir tavırla, bir ajansın başlangıç yatırımının ne kadar olacağını soruyor. Tuzağa düştüğümün ve dönüşün kolay olmayacağının farkına varıyorum ve biraz düşündükten sonra işi yokuşa sürmek için yaklaşık 70-80 milyar gerektiğini söylüyorum.

“Şirketini hemen kur, ben sana yapacağın ilk işler için 37 milyar avans çıkaracağım, sen ödemelerini nasıl olsa vadeli yaparsın, bu para da senin işini görür” diyor. Bu kadarını hiç beklemediğim için aptallaşıyorum. İçinde bulunduğum ikilem anlatılabilir gibi değil. Bir yandan bana duyulan güvenin verdiği mutluluk, bir yandan ajans kurma fikrinin ürkütücülüğü... Bir şeyler yapmam ve bu gelişmeyi engellemem gerektiğini düşünerek, konuşmayı başka bir mecraya sokuyorum. Ajans Ada’nın sahibi Ersin Salman’ın çok eski ve yakın dostum olduğunu, bu koşullarda ajans kurarsam, Uluslararası’nı onun elinden almış gibi olacağımı, bu davranışın Ersin’le hukukuma aykırı düşeceğini ve bunu da istemediğimi söylüyorum. Bunun üzerine Akışık, Ersin’in, benim Merkez Ajans’tan ayrıldığımı bilip bilmediğini soruyor. Bildiğini, hatta ilk olarak ona haber verdiğimi söylüyorum. Bu defa ölçülü bir alaycılıkla şöyle devam ediyor:

“Sen enayi misin yahu?.. Biz Ersin’le bir ay önce oturup birlikte kararlaştırdık ayrılmayı. Üstelik o bana ajans bulmamda yardımcı olacağını söyledi ve birkaç öneride de bulundu. Ersin madem bu kadar yakın dostun ve işinden ayrıldığını biliyor da niye senden bahsetmiyor bana, niye seni önermiyor?.. Boş ver bunları boş ver, dostluk başka, alışveriş başka... Sen kendi işine bak...” Edecek söz bulamıyorum. Vural Akışık’la el sıkışıyoruz. Bir an önce ajansı kuracağımı ve eylül ayında da medyaya çıkacağımızı vaat ederek ayrılıyorum.

İlişkilerimizin biraz buruk olmasına karşın, ilk işim Nazar’ı aramak oluyor. Merkez Ajans’tan ayrılırken onun bana “Ajans kurarsan ve uygun görürsen sana ortak olmak isterim, uygun görmezsen de her türlü desteği vedmeye hazırım” şeklinde verdiği bir söz var... Nazar’la görüşmemiz sıcak geçiyor. Gelişmenin kendisini çok sevindirdiğini, ancak bana ortak olursa, bunun Pamukbank yönetimi tarafından yanlış, hatta bir danışıklı dövüş olarak algılanabileceğini söylüyor. Peşinden hemen Ersin’i arıyorum, fakat hâlâ yurtdışında, ne zaman döneceği de belli değil.

Üçlü altyapı

Temmuzun ortasında koşuşturmaya başlıyorum. Bir yandan şirket kuruluşunu tamamlamak, bir yandan uygun bir yer bulmak, bir yandan da daha önce Merkez Ajans’ın, peşinden de Ajans Ada’nın tezgahından geçmiş bir bankaya tatmin edici hizmet verebilmek... Gerçekten günlerim uykusuzluk ve gerginlik içinde geçiyor. İlk işim, Ankara’daki şirketimden tanıdığım ve o dönemde Oyak’a bağlı Yatırım Finansman Şirketi’nde Genel Müdürlük yapan Tuncay Akoğlu ve Merkez Ajans’ın Art Direktörü Erkal Yavi ile görüşmek oluyor. Tuncay’a ortaklık öneriyorum, Erkal’dan ise, ortaklık olanağı da sağlayabileceğim bir art direktör bulmasını istiyorum. Erkal, bir yandan hoşuma giden, bir yandan da beni tedirgin eden bir öneride bulunuyor ve ajansı birlikte kurmamızı istiyor. Bunu uzun uzun düşünüyorum. Aslında idari ve mali konularda Tuncay’ın, yaratıcı grupta Erkal’ın varlığı, ajansın güçlü bir altyapıyla kurulmasını sağlayacak, ama Merkez Ajans’ın temel direklerinden olan Erkal’ı Nazar’dan nasıl isteyebileceğimi düşünemiyorum. Merkez Ajans’tan ayrılırken Nazar’ın söyledikleri bir kez daha aklıma geliyor. Erkal’a, bu önerisinin aramızda kalmasını, ben Nazar’la konuşmadan kimseye açmamasını söylüyorum. Tam Nazar’la görüşmeyi planlarken, Erkal bir akşam eve geliyor ve Nazar’la kendisinin konuştuğunu ve ona birlikte ajans kuracağımızı söylediğini anlatıyor. Beynimden vurulmuşa dönüyorum. O anda Erkal’la ilişkimi kesmek geliyor aklıma ama anlıyorum ki iş işten geçmiş. Bunu Nazar’a izah edebilmeyi düşünürken, ertesi gün Ana Basım’ın büyük ortağı Yücel Uzmen arıyor ve,

“Yahu sen ne halt ettin. Nazar’a bu kazık atılır mıydı?” diyor ve Nazar’ın ateş püskürdüğünü, “Şahin bunu nasıl yapar, anlayamıyorum, gelip benimle konuşamaz mıydı? Bundan sonra benim için Şahin Tekgündüz diye birisi yok” dediğini anlatıyor. Bu tepki karşısında Nazar’ın karşısına çıkmamın ve onunla konuşmamın mümkün olmadığını düşünüp işi oluruna bırakıyorum. Nazar'la dostluğumun tarihe gömüldüğünü düşünmek istemiyorum.

Bu oldubitti ve tatsızlığı çaresizlikle sineye çekip, Anadolu Yayıncılık’ta çalışırken tanıdığım Edip Kavuzlu’yu buluyorum. Kavuzlu, mali işler ve muhasebe konusundaki bilgi düzeyi ve güvenilir kişiliği ile bulunmaz birisi. Daha sonra da, bugünlerin bile en tanınmış mali müşviri olan Atilla Selçuk’a ulaşıyorum... Şirket kuruluşuyla ilgil işilemler sürerken, ajansın adı, kimliği çalışma ortamıya ilgili koşuşturmalarım sürüyor. Mas Basımevi’nin sahibi Lokman Şahin’in yardımıyla, Teşvikiye Caddesi 73 numaradaki Varon Apartmanı’nın birinci katını kiralamayı başarıyorum. Bir üstümde ise dönemin ünlü art direktörlerinden Aydın Ülken var. Bu, bana büyük bir güven duygusu veriyor.

Megafonlu ajans


Büyük tereddütlerden sonra ajansın adının Pazarlama Araştırma Reklam sözcüklerinin ilk harflerinin oluşturduğu Parajans olmasına karar veriyorum ve hemen Bülent Erkmen’e başvuruyorum. Yıllarca Parajans’ın kimliğini oluşturan megafonlu adam amblemi onun armağanı. Daha sonra tarihi apartmanın harap durumdaki dairesinin onarılması, Koleksiyon’a ısmarlanan mobilyaların tamamlanması, ajansı temsil edecek basılı malzemenin Mas Basımevi’nde hazırlanması birbirini izliyor. Bu arada zaman zaman benim evimde, zaman zaman da onarımdan uzak tuttuğumuz bir odada Uluslararası’nın yeni kampanyasını hazırlıyoruz. Tabii önce ayrıntılı bir strateji raporu.

Ağustos sonunda medyaya çıkıyoruz. İlk kampanyamız, Uluslararası'nın sektör içindeki yerini belirleyen ve işi dış ticaret olanların 1985'i nasıl bitirdiklerini sorgulayan ve Uluslararası'yla çalışanların yeni yıla başarıyla girdiklerini anlatan bir kampanya.

Hemen peşinden gelen ikinci kampanyamız ise zengin vaatlerle dolu.

Yılın son kampanyasında ise, Uluslararası’nın öteki bankalardan farkını, 12 Eylül’ün getirmeye çalıştığı Osmanlıca başlıklarla anlatmaya çalışıyloruz. Aklımda kalan başlıkların kimileri şöyle: “Adem-i merkeziyet”, “Lisan-ı cari”, “Hesab-ı kat’i”, “Gayrı kabil-i rücu”, “Sürat-i intikal”...

Kampanya, başlıkları nedeniyle büyük ilgi görüyor. Kimi köşe yazarları, başlıkların Kenan Evren’in dayattığı Türkçe’yle dalga geçtiğini, kimileri ise unutulmaya yüz tutan terimleri gündeme getirdiğini yazıyor. Başlıkların Osmanlıca olmasına karşın her biri çağdaş işletmeciliği ve uzman bankacılığı tanımlıyor ve işini görüyor.

Küslük bitiyor ama...

Bu arada Ersin’in yurtdışından döndüğünü öğreniyorum ve ısrarla arıyorum. Üst üste aramalarıma karşın telefonlarıma çıkmıyor. Aradan altı aya yakın zaman geçiyor. Ajans Ada’daki dostlarımı araya sokup, beni aramasını sağlıyorum. Sonunda, o günlerin ünlü lokantalarından Taşlık’taki Teras Restoran’da bir öğle yemeğinde bir araya geliyoruz. Başlangıçtaki soğukluk ve resmiyet çok garibime gidiyor ve “Ersin’le böyle mi olacaktık” diye düşünüyorum. Bu duygu bir yandan hüzün verirken bir yandan da saçma bulduğum için gülmeme neden oluyor. Neden sonra hava sıcaklaşıyor, ben Vural Akışık’ın söylediklerini aktarıyorum, durumu açıklamak için kendisini ısrarla aradığımı ama yurtdışında olduğu için ulaşamadığımı anlatıyorum.

Altı ay kadar süren kırğınlık sona eriyor, eriyor ama, bir yıl sonra Reklamcılar Derneği’ne üye olmak için yaptığım başvuru, Asbaşkan Ersin Salman imzasını taşıyan bir yazıyla reddediliyor. Gerekçe olarak da Parajans’ın henüz kendini kanıtlamış bir ajans olmadığı gösteriliyor. Ama bu defa küsmüyoruz birbirimize ve izleyen yıl dernek üyeliğim kabul ediliyor.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Böylesine güzel yazılar okuduğum da daha çok dua ediyorum. "İyi ki okuma biliyorum" diye.
Gerçekten zevk alarak ve bir sonraki cümlenizde ne yazdığınızı merak ederek okuduğum bir yazı olmuş.
Dürüst olmak gerekirse, blog ortamında ilk defa bu kadar uzunca bir yazıyı gözüm korkmadan büyük bir zevkle okudum.
Sanırım bu geceyi sizin sitenizde yazılarınızı okumakla geçireceğim :)
Ellerinize sağlık, İyi çalışmalar dileklerimle...
(A. Selim Tuncer'e sevgi dileklerimi sunarım ki verdiği link sayesinde böyle güzel bir siteye erişim sağladım.)

Web Tasarımcı dedi ki...

saolun...



http://www.iloveyouwp.com
http://www.crea.web.tr
http://www.msn-sitesi.com
http://www.inkilab.com.tr
http://www.ciniturk.com
http://www.siteeditor.net