Perşembe, Şubat 11, 2010

sinema-tiyatro ve yarım yüzyıl...

Mahzen'e uzun süredir yazmıyorum. Çeşitli özel nedenleri var. Aradan bir yıl geçtikten sonra bu yazıyı yayımlamamın nedeni ise, anlatacağım serüveni anımsadıkça hem duygulanmam, hem de kıvanmam. Aslında yazı, Tiyatro Tiyatro Dergisi'nin Şubat 2010 sayısında da yayımlandı. Onu, olduğu gibi aktarıyorum. Umarım bu yeniden başlangıç, Mahzen'in eskiden olduğu gibi, alçakgönüllü bir ilgi odağı durumuna gelebilmesini sağlar.

Elli yıl önce, 1959’da Türkiye’de bir dergi yayımlandı: sinema-tiyatro... Adını bilerek küçük harflerle yazıyorum, çünkü aslı da öyleydi. Alçakgönüllüydü, büyük iddialar taşımıyordu; kendine göre çizdiği ve doğru olduğuna inandığı düz bir yol vardı. Türkiye’de sinema ve tiyatro kültürüne katkıda bulunmak, bu sanat dallarını özgürleştiren ve paranın baskısından kurtaran amatör alana destek vermek, çağdaş ve ilerici akımların gelişmesine ortam hazırlamaktı.

Aradan 50 yıl geçtikten sonra o günlerin heyecanından arınmış, daha sakin, daha dingin ve daha nesnel bir gözle baktığımda, ne kadar doğru bir hedef için yola çıkıldığını bir kez daha görebiliyorum. Ancak ne yazık ki, pek çok amatör girişimde olduğu gibi, bu da çok kısa ömürlü oldu. Sadece dokuz ay... O günün koşulları da böylesi bir girişim için ancak bunu sağlayabilecek düzeyde idi.

sinema-tiyatro Dergisi’ne hayat veren, ondan bir yıl önce kurulmuş ve aynı adı taşıyan bir dernekti. O dönemde, özellikle üniversite çevrelerinde şiir başta olmak üzere öykü, roman ve tiyatroda önemli bir devinim başlamıştı. Sanat akımlarının üzerindeki baskılı resmi ideolojinin yanı sıra egemenliğini sürdürmekte olan milliyetçilik, Türkçülük gibi akımların etkileri yavaş yavaş azalmaya, sanat bağımsızlaşmaya ve özgürleşmeye başlamıştı. Özellikle şiirdeki patlamaya neden olan ‘İkinci Yeni’ akımı bütün hızıyla sürüyor, öykücülük gelişiyor, dönemin sanat ve edebiyat dergilerinin bu gelişmeye katkısı her geçen gün artıyordu. Varlık, Pazar Postası, Seçilmiş Hikayeler, Dost, Yelken ve Yenilik dergileri önde gelenlerdi. sinema tiyatro Dergisi de, karınca kararınca bu kervana katılmak niyetindeydi.

İlk olarak 1958 yılında bir avuç genç harçlıklarımızdan artırabildiğimiz üç-beş kuruşu bir araya getirerek Sinema Tiyatro Derneği’ni kurduk. O yıllarda ben aile bütçesine katkı sağlamak amacıyla Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalışıyor, ama işi yapmak yerine, amatör bir çabayla sinema ve özellikle de tiyatroyla uğraşıyordum. Zaten 58 yılının sonlarına doğru da bu nedenle, Küçük Tiyatro’da yol açtığımız bir olay sonucunda işime son verildi. O başıboşluk işime yaramış, Derneğin kuruluşunda elebaşılık rolünü üstlenmiştim. Kuruluşa ilk adım atanlar arasında, Nevşehir’den ortaokul arkadaşım Ayhan Gökalp, Ankara’da tanıdığım Özkan Taner ve ağabeyi (genç yaşlarda yitirdik) Turan Taner, Nihat ve kardeşi Nevzat Özer (sonradan soyadlarını Asyalı olarak değiştirdiler), Ülker Akçakoca (evlenince soyadı Köksal oldu), ünlü bankacı Yavuz Canevi, Avukat Avarkan Atasoy, Siyasal Bilgiler’den mezun olduktan sonra yıllarca Dışişleri’nde görev yapan Ülkü Başsoy...

Sinema Tiyatro Derneği kısa sürede büyüdü, yüzün üzerinde üyeye ve geniş bir destek çevresine ulaştı. Metin And, Özdemir ve Babür Nutku, Mahmut Tali Öngören, Nijat Özön, Tarık Dursun Kakınç, Turgut Özakman, Orhan Asena, Derneğe ve bir yıl sonra yayımlanmaya başlayan sinema tiyatro Dergisi’ne, aktif birer üye gibi destek verdiler. Ülkü Ongan (daha sonra Devlet Tiyatrosu sanatçısı Işık Toprak’la evlendi), Yılmaz Özkan, Yılmaz Onay, Ergin Günçe, Ercüment Gençer, Ercan Belen, Ergun Sav, Veysel Öngören, Sevgi Nutku (Mümtaz Soysal’la evlenince soyadı Soysal oldu), Korkut Toğrol, Timuçin Yekta, Sönmez Akçalı (o yıllarda Özkan Taner’le evlendi), Harabe Turgut adıyla ünlü Turgut Erim, Mete Polat, Bingöl Yener, (daha sonra Turgut Sarıgöl’le evlendi) Güler Özkaynak, Serpil Uluer, Nihat İspir, Emre Kongar, Baha Galip Tunalıgil ise, belleğimde yer eden üyelerimizdendi.

Her birimiz, tam bir amatörlük anlayışı ve büyük bir özveriyle çalışıyor, olmazları olur yapıyorduk. Hiç unutmuyorum, Ayhan Gökalp’in, Abidinpaşa İlkokulu’nda öğretmen olan babası, okulun “Heurtier” marka 16 milimetrelik projeksiyon makinesini bize emanet etmiş ve biz sırtımızda o makineyle okul okul dolaşarak, bir yandan sinema konusunda konferanslar vermiş bir yandan da yabancı ülkelerin kültür merkezlerinden sağladığımız belgesel filmleri göstermeye başlamıştık. Ayrıca, Ankara’nın kültür ve sanat odaklarından Sanatsevenler Kulübü’nde en az on beş günde bir etkinlikler düzenliyor, kimi zaman bir film gösterisi, kimi zaman bir tiyatro tartışması yapıyorduk. Örneğin ünlü Fransız yönetmen Albert Lamorisse’nin şirin mi şirin filmleri Kırmızı Balon (Le Ballon Rouge) ve Beyaz Yele (Blanc Crin), ünlü Hintli Yönetmen Satyajit Ray’ın Pather Panchali adlı filmi bunlar arsındaydı. Pather Panchali gösterisi katılanların çokluğu yüzünden izdihama yol açmış, polis müdahale etmek zorunda kalmıştı.

Tiyatroyla ilgili etkinliklerimiz ise daha çok Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen oyunların eleştirildiği açık oturumlarda yoğunlaşıyordu. Bu tartışmalara, oyunun yazarı ya da çevirmeni, rejisörü, dekoratörü, önemli rollerdeki oyuncuları davet ediliyor ve oyun kıyasıya eleştiriliyordu. Bu tartışmalardan birinde Devlet Tiyatroları baş rejisörü Mahir Canova eleştirmenleri at sineklerine benzetmiş, açık oturumu yöneten arkadaşımız Ayhan Gökalp ise “başkanlık otoritemi kullanarak sözünüzü kesiyor ve sizi kınıyorum” demişti. Zaman zaman eleştiri sınırlarını da aşıyor ve Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen oyunlardan niteliksiz ve gereksiz bulduklarımızı yuhalıyorduk. Örneğin Munis Faik Ozansoy’un Halit Ziya Uşaklıgil’den yeni dile uyarladığı “Kâbus” adlı oyunun galasında Küçük Tiyatro’nun balkonunu doldurmuş ve özel davetliler ve protokol sahneyi alkışlar arasında çiçeklere boğarken koro halinde yuh çekmiştik. Oyun gerçekten berbattı ve sırf, o zamanlar Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri olan Munis Faik Ozansoy’un hatırına sahnelenmişti. Gazetelere de yansıyan bu skandal sonucunda benim ve Devlet Tiyatrosu’nda gişe memuru olan Turan Taner’in işine son verilmişti.

Derneğin ana hedeflerinden biri dergi çıkarmak, diğeri ise bir uygulama sahnesi oluşturmaktı. Dergi için bir yıla yakın beklemek zorunda kaldık, ama uygulama sahnesini kısa sürede hayata geçirmeyi başardık. O dönemde benzer başka kuruluşlar da vardı. Adalet Ağaoğlu’nun kardeşi Güner Sümer’in ‘Sahne Z’ adıyla kurduğu amatör tiyatro kulübü ile Siyasal Bilgiler öğrencisi Erol Aksoy’un ‘Üniversiteliler Tiyatro Kulübü’ ve Münip Senyücel’in yönetimindeki ‘Tiyatrosevenler Gençlik Cemiyeti Deneme Sahnesi’, amatör tiyatro akımının üniversite ve gençlik çevrelerinde yaygınlaşmasına önemli katkı sağlıyordu. İstanbul’daki ‘Gençoyuncular’, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu, Robert Kolej, Galatasaray Akademisi ve TMTF (Türkiye Milli Talebe Federasyonu) tiyatroları da önemli amatör gruplardı.

Biz ilk olarak, Edna St. Vincent Millay’in “Aria da Capo”, Eugéne Ionesco’nun “Yeni Kiracı”, Eugéne O’Neill’in “Kahvaltıdan Sonra” adlı oyunlarını çalıştık ve bunları 1959 Martı’ndaki Ramazan ayının ortasında ilk kez Konya’da sahneledik. Yavuz Canevi, Avarkan Atasoy, Nihat Özer, Ülkü Ongan, Sevgi Nutku, Bingöl Yener’in rol aldığı oyunları sadece otuz kırk kişiye gösterebildiğimiz bu turne, tam anlamıyla bir amatör serüveni ve Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktı. Aynı turnede yer alan tiyatro afişleri ve fotoğrafları sergisiyle film gösterileri ve konferanslardansa söz etmeye gerek duymuyorum. Bu oyunlar zaman içinde Ankara’da pek çok kez sahnelendi, uluslararası amatör tiyatro festivallerine katıldı. Bunlardan biri de Nancy’de düzenlenen uluslararası gençlik tiyatroları festivaliydi ve yanlış anımsamıyorsam ödül de almıştık.

sinema tiyatro Dergisi’nin çıkması için aradan tam 11 ay geçmişti. 14 Mart 1959 günü Dergi’nin ilk sayısını matbaadan aldığım anı hiç unutamam. Buram buram matbaa mürekkebi kokan dergi paketini, günlerce aç kalmış birinin, fırından yeni çıkmış sıcacık ekmeği göğsüne bastırması gibi kucaklıyor, bir yandan da aldığım örnek sayıdaki yazıları ilk kez karşılaşıyormuş gibi iştahla okuyordum. Üçüncü sayfadaki kısacık sunuş yazısı her şeyi anlatmaya yetiyordu:
1958 yılının şubat ayında Ankara’nın sinema ve tiyatro severlerinden beş on genç bir araya gelip bir dernek kurdular: Sinema-Tiyatro Derneği. Yönetmeliklerinin birinci maddesi Ülkemizde sinema-tiyatro kültürünü, amatör sinema-tiyatroculuğu yayacaklarından, bir dergi ile çalışmalarını destekleyeceklerinden sözediyordu. Bütün çalışmaları yanında, kolları sıvayıp bir derginin hazırlıklarına giriştiler. Sinema-Tiyatro Derneğinin ve bütün sinema-tiyatro severlerin dili olacak bir dergi çıkaracaklardı. Orada, bütün amatörler birleşecek, konuşup tartışacaklar, bildiklerini, gördüklerini yazacaklardı. Ama daha heveslerinin dumanı üstündeydi ki başvurdukları yerlerden red cevapları doluverdi posta kutularına... Sonra dernek, tam bir yıl yararlı olmağa çalıştı sinema-tiyatro severlere. Ve sonra gençler, öğrendiklerine güvenip yeni bir atılış yapmaya karar verdiler. Eğer dergi elinize kadar gelebilmişse atılış başarılmış demektir. SİNEMA-TİYATRO DERGİSİ HEPİNİZİ ESENLER.”

Büyük ilgiyle karşılanan Dergi’nin sahibi olarak ben, yazıişleri müdürü olarak da Ülker Akçakoca görünüyordu. Sayfa düzeninin berbatlığı konusunda Dost Dergisi yayımcısı Salim Şengil’den (sanat çevrelerinin ünlü Salim Babası) yediğimiz samimi fırça dışında hemen herkesten alkış aldık. İlk sayıda Erol Aksoy, Adnan Ufuk (Nijat Özön), Turgut Özakman, Türkan T. adıyla Turan Taner, Timuçin Yekta, Coşkun Tunçtan, Ayhan Yılmaz, Ülker Akçakoca, Şahin Tekgündüz, Özkan Taner, Ergun Sav, Nihat Özer’in yazıları ve çevirileri yer alıyordu.
1000 adet bastırdığımız Dergi’ye abone sağlayabilmek ve satışını artırabilmek için olağanüstü çaba harcıyor, bir yandan da ilan alabilmek çabasıyla önümüze gelen kapıyı çalıyorduk. İlk sayıdan başlayarak en büyük destekçilerimizden biri de, tam sayfa Kavaklıdere Şarapları reklamıyla And ailesinin temsilcisi Metin And’dı... İlginç bir şekilde, kamu kuruluşu olmalarına rağmen Ziraat Bankası, Vakıflar Bankası, Raybank, Makina Kimya Endüstrisi Kurumu, Petrol Ofisi, Türk Hava Yolları’ndan ufak tefek reklam da alabiliyorduk. Sonuçta Sinema-Tiyatro’yu ancak dokuz ay yaşatabildik. Dördüncü sayımız “Türk Sineması”, yedinci sayımız ise “Türk Tiyatrosu” özel sayısı olarak çıktı. Hem bu özel sayılarda hem de diğerlerinde biz amatörlerin yanı sıra pek çok ünlünün yazıları da yer aldı. Örneğin Ömer Atilla Sav, Nureddin Sevin, Melih Vassaf, M. Tali Öngören, Orhan Asena, Özdemir Nutku, Ayhan Çilingiroğlu, Tarık Kakınç, Burhan Arpad, Sezer Tansuğ, Halit Refiğ, Orhan Kemal, Semih Tuğrul, Ali Gevgilili, Attila İlhan, Nejat Duru, Ziya Metin, Nurhan Nur, Çolpan İlhan, Sadri Alışık, Kriton İliadis, Çetin Özkırım, Metin Erksan, Özdemir Hazar, Lütfi Ay, Sevda Şener, Fahir İz, Refik Ahmet Sevengil...

Sinema-Tiyatro Dergisi’nin önemli başarılarından biri de Türk Tiyatrosun’a büyük bir yazar ve parlak bir başyapıt kazandırmak oldu. Üçüncü sayımızda sinema ve tiyatro dallarında iki yarışma açtık. Bunlar, sinema dalında, senaryo tekniğinin güçlüklerini bildiğimiz için, sinopsis de diyebileceğimiz film öyküsü, tiyatro dalında ise tek perdelik oyun yarışmalarıydı. Sonuçta, değer bir çalışmayla karşılaşamadığımız için sinema dalındaki yarışmayı iptal etmek zorunda kaldık. Tiyatro dalında ise üç çalışmayı ödüllendirdik. Birinciliği kazanan “Midasın Kulakları”, sadece Dernek ve Dergi ortamını değil, Türkiye’deki tiyatro çevrelerini heyecandan heyecana sürükledi; yayımlanmasından sonra hakkında övücü yazılar birbirini izledi. Oyun, o güne kadar hemen hiç tanınmayan Güngör Dilmen’in ilk yapıtıydı ve olağanüstü başarılıydı. Bu nedenle ikinciliği boş bırakarak üçüncülüğü iki ayrı yapıta verdik. Birisi Erol Aksoy’un, Sabahattin Ali’nin aynı adlı öyküsünden yararlanarak yazdığı “Sıcak Su”, diğeri ise Meral Çelen’in (Aziz Nesin’in ilk eşi) “Bir Küçük Kadın” adlı oyunuydu. Midas’ın Kulakları’nı, Seçici Kurul Raporu ile birlikte sinema-tiyatro’nun sekizinci sayısında yayımladık; ancak yarışma koşullarında yer almasına rağmen, kalabalık oyuncu kadrosu gerektirdiği için sahneye koyma vaadini maalesef yerine getiremedik. Ama oyun, kısa bir süre sonra Devlet Tiyatrosu’nun Oda Tiyatrosu’nda, daha sonra da pek çok tiyatroda defalarca temsil edildi; Ferit Tüzün tarafından opera olarak bestelendi ve pek çok kez de sahnelendi.

Aradan yarım yüzyıldan fazla zaman geçti. Elli yıl önce büyük anlam taşıyan bu amatör girişimi ve sinema-tiyatro Dergisi’ni, birkaç sanat tarihi araştırmacısının dışında kaç kişi anımsıyor ki? Aslında bu durumu hiç de yadırgamıyorum. Hareketin elebaşlarından ve hatta başlatıcılarından biri olan ben bile Dergi’nin bütün sayılarını ve o günlere ait belgeleri korumayı beceremediğime göre yakınmayı elbette hak etmiyorum. Ama, yine de hayatta olan ve ulaşabildiğim Dernek üyesi arkadaşlarımdan, iki kişi hariç hiçbirinin ilgilenmediğini belirtmeden geçemiyorum. Ülker Köksal, Avarkan Atasoy, Özkan Taner, Nihat Asyalı bunlardan... Sevgili Yavuz Canevi ise, bankacılığı sadece profesyonelliğinin bir gereği olarak değil, adeta amatör bir tutkuyla sürdürdüğü için, gençlikteki amatörlüğünü anımsamaya gerek duymamış olacak ki, iletime yanıt bile vermedi. Mümkün olsa bu yazıyı, onların da görüşlerini ve anımsadıkları olayları yansıtarak yazmak isterdim. Bunu başaramadığım için Sevgili Ayhan Gökalp’in ve Ülkü Başsoy’un, insanın içini ısıtan mekuplarını da buraya taşıyamadım, üzgünüm.